Allah Teâlâ, insanlığa son hitabı Kur'ân-ı Kerim'de insanı sayılamayacak kadar nimetle donattığını bildirmiş ve onu bu nimetler üzerine düşünmeye davet etmiştir. Zira bu nimetlerin görüp farkında olmak insanın düyadaki vazifesini doğru bir şekilde yerine getirmesini sağlayacaktır. Zira ihtiyaç duyduğu herşeyi doğru bir şekilde karşılama imkânı bulacak ve bunun neticesinde şükür duyguları gönlünü aydınlatacaktır. Ayrıca bu nimetleri takdir etmek insana sağlıklı bir dünya hayatı ve neticesinde mutlu bir ahiret yurdu sağlayacaktır.
Şüphe götürmeyen bir hakikattir ki, insan ruh ve bedenden, mânâ ve maddeden oluşmaktadır. Dünyadaki varlığnı devam ettirebilmesi, yaratılış gayesi istikametinde doğru bir şekilde yürüyebilmesi için insanın bu iki yüzünün bakıma ihtiyacı vardır. Eğer ruh ve bedenin bakımı yapılırsa, insanın mutlu olması kaçınılmazdır. Yok, eğer bunlardan biri ihmal edilirse, rahatsızlık, hastlalık ve huzursuzluk peydâ olur, hatta ölüm vukû bulur. Ve bu, sadece bedenin ölümünden ibaret bir ölüm olmaz, insanın ruhen ve madden helâki söz konusu olur.
İnsanın ruhu, Allah'ın kendisine üflediği manevî bir kuvvettir. Gıdası maneviyattır; iman, ibadet, ihsan, hayır, zikir ruhu besler, zinde tutar. Mutmain, doymuş olan ruh da beden üzerine olumlu anlamda tesir eder. Aksi de geçerlidir, yani aç ve bakımsız bir ruh bedeni zaafa uğratır. Zira ruh ile beden arasında çok ince ve güçlü bir bağ vardır. Ruh, bedene can veren Allah'ın sırlarından bir sırdır. Ruh çıkınca beden hareketsiz kalır...
Beden, insana Allah tarafından verilmiş bir emanettir. Ruhun taşıyıcısıdır. İnsanın dünya hayatını mümkün kılan son derece önemli bir nimettir. Allah, bedenlerimizin sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürmesi için gerekli bütün nimetleri insanoğlunun emrine sunmuştur. Bin bir türlü yiyecekler, rengârenk içecekler, mest edici kokular, türlü türlü hareket imkânları, hayvanlar, bitkiler, sebzeler, meyveler, suda, yerde ve gökteki nimetlerin her biri insanın sağlıklı bir bedene sahip olup sağlıklı bir ortamda yaşaması için hikmetle yaratılmıştır.
İnsanoğlu, ruh ve bedeninin farkında olup onları tanıyarak Allah belirlediği haram ve helâl sınırlarına dikkat eder, hem manevî hem de maddî kalplerin tabibi Hazreti Muhammed (s.a.s.)'in hayat ölçülerine uyarsa, zinde bir ruh ve bedene sahip olur ve netice itibarıyla Allah'ın mutlu bir kulu olur. Ne saadet! Ama Kur'ân-ı Kerim ve sünnet-i seniyede çizilen hudut ve hatlara riayet edilmezse, insan fizikî ve manevî hastalıklara tutulur ve hayatı ıztırap ve huzursulukla geçer. Maazallah!
İnsana her zaman doğru yolu gösteren Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın yaratmış olduğu nimetlerin hangilerinin insana faydalı, hangilerinin de zararlı olduğuna anahatlarıyla işaret etmiştir. Allah Teâlâ iman edenlere hitap ederek helâl ve temiz olan şeylerden yemelerini emretmiştir. Ayrıca, meselâ, hayvanların etiyle, sütüyle, yünüyle insan için faydalı olduğunu, ama domuzun, leşin ve kanın zararlı olduğunu bildirilmiştir. Arının balı, üzüm, hurma, zeytin, incir gibi meyvelerin faydasına işaret edilmiş, ama onların fermentasyona uğrayarak alkole dönüşmesiyle faydadan çok zarar vereceği bildirilmiştir. Bunları görmek için ibret alacak gözlere ihtiyaç duyulmaktadır!
Peygamber Efendimize gelince, o bizlere 1400 yıl önce çok sağlam bir tıp mirası bırakmıştır. "Tıbb-ı Nebevî", yani Peygamber tıbbı olarak adlandırılan ve hadis kaynaklarında geniş yere sahip olan bu ilim günümüz insanın maddî ve manevî hastalıklarının ilâcıdır. Yeter ki, nefsimize uymayıp o deryaya bir dalalım!
Peygamber Efendimiz, koruyucu hekimlik, prevantif/önleyici tıp denilen ve her geçen gün artan hastalıklar sebebiyle insanlar tarafından daha fazla ilgi gören geleneksel tıp yöntemlerini uygulamıştır. Hastlığı tedavi etmekten ziyade hastalığın oluşmasını öncelemiştir. Elbette, yeri geldiğinde tedavi olmayı emretmiş, her derdin bir devası olduğunu bildirmiştir. Derdi yaratan Allah'ın onun ilâcını da verdiğini duyurmuştur. Dertsiz derman yok!
Sevgili Peygamberimizin tıp anlayışı az yemek ve sağlıklı beslenmeye dayalıdır. Onun hayatında üç öğün yemek diye bir şey olmamış, önüne gelen herşeyi yemekten kaçınmış, yediklerinin helâl ve temiz olmasına dikkat etmiş, çok soğuk ve çok sıcak yemek yememiş, sade bir sofrası olmuştur. Bal, çörekotu, hurma özellikle tavsiye ettiği yiyeceklerdendir. Yemeği Allah'ı zikrin, ibadetin bir parçası telâkkî etmiştir. Midenin üçte birini yemek, üçte birini su, diğer üçte birini de hava ile doldurma ilkesini benimsemiştir. Tıka basa yemenin Allah'ın nimetlerini israf, insana verilen emanete ihanet olarak görmüştür. Maddî ve manevî hastalıkların insan karnının dolu olmasından kaynaklandığını ifade ederek az ve uz yemeye davet etmiştir. Ayrıca Ramazan-ı şerif dışında da oruç tutmayı adet hâline getirerek hem bedenini hem de ruhunu güçlendirmiştir. Onun uygulamalarından hareketle tasavvuf ehli kıllet-i taâm, kıllet-i kelâm, kıllet-i menâm ilkesini ortaya koymuştur. Yani az yemek, az konuşmak, az uyumak. Bu ise sağlıklı vücut, sağlıklı kafa, sağlıklı kalp demektir. Bu, insanı maddî nimetleri, zamanı, düşünce ve sözlerini israf ve boşa harcamaktan alıkoyar, zamanını hayırlı işlere ayırma imkânı sunar.
Ayrıca Hazreti Muhammed (s.a.s.) koşu yapar, çocuklara yüzme ve ok atmayı öğretmeyi tavsiye ederdi. Yeryüzünü ibret nazarıyla dolaşmayı da telkin ederdi. "Seyahat edin, sağlıklı olun!" sözü Peygamber Efendimize aittir.
Bütün bunlardan hareketle söyleyecek olursak, insanın, elinde Kur'ân ve sünnet ışığında sağlıklı bir hayat sürme imkânı varken, kafasına göre yiyip içip eğlenerek sağlıksız, hastahanelere ve bin bir zehirli ilâca bağlı olarak yaşamayı tercih etmesi çok gariptir! Aslında Peygamberimizin "sağlık ve boş zaman, insanların çoğunun kıymetini bilmediği iki nimettir" buyurması da buna işaret etmiyor mu?
Öyleyse, gelin, kıymet bilenlerden olalım! Sağlıklı yaşayalım ve ecelimiz geldiğinde ruhumuzu sağlıklı bir şekilde teslim edelim!
Şükür, insanın fıtratından gelen, yani doğal özelliklerinden biridir. Yapılan iyiliğe, verilen nimete değer vermek, kadirşinaslık göstermek ve bunu bir şekilde şükran ve teşekkür ile dile getirmek anlamına gelen şükür, nankörlüğün zıddıdır. Zira nankörlük,..
Bulgaristan Bilimler Akademisi(BAN) Ulusal Doğa Bilim Müzesi’nden paleontologlar, günümüz Trın şehri bölgesinde 80 milyon yıl önce hayvanlar dünyasının nasıl göründüğü sorusuna yanıt arıyor. Trın yakınlarında bu yıl yedincisi düzenlenen..
Cuma öğleden sonra dini konulardaki sohbetimizde Vedat Ahmet ile birliktesiniz.
En önemli sabit sonbahar Hristiyan bayramlarından biri Baş Melek Mikail ve büyük melekler Cebrail, Rafael (İsrafil) Uriel, Salatiel, Yehudiel ve..
Vedat Ahmet bu hafta "Cuma öğleden sonra" programında "Yetimlere Destek Haftasını" tanıttı, yetimlere verilecek yardımın, yetim çocukların eğitimine..