Garvan köyünde dikkat çeken ilk şey, Dobruca’ya has tarzda inşa edilmiş olan ve bakımı özenle yapılan evler olmaktadır.
Bulgaristan’ın Buğday Hazinesi’nin kalbinde Silistra şehrine yakın bulunan köyün nüfusunda kayıtlı olanların sayısı 300 kadardır. Yerli insanların dışında Garvan’a yerleşen ve köydeki huzurun, müthiş güzel manzaların ve özellikle de ucuz hayatın tadını doya doya çıkaran birkaç yabancı aile vardır.
Köyün dikkat çeken ismine ilişkin köy muhtarı görevini yapmış bulunan ve Garvan’da uzun yıllardır yaşayan Dimitar Nedelçev şöyle konuştu:
"Garvan adı büyük kar anlamına gelen “karvan” veya “karun” kelimesinden geliyor. Hatta yıllar içinde köy adının “Snejets” türünden bir isimle değiştirilmesi gündeme gelmiştir. İlginç olanı ülkemizde Garvan adını taşıyan birkaç köyün, hatta karşıda Romanya’da Garvan köyünün olmasıdır”.
Köy oldu olalı yerli insanların günlük hayatı buğday toplamak, un ve mısır öğütmek ve ekmek yoğurmakla geçiyor. Günümüzde de bölgede buğday, ayçiçeği, arpa, mısır ve kanola yetiştiriciliği yapılıyor.
Köy kırsalındaki 20 000 dekarlık tarım arazisinin büyük bir bölümü ta 1992 yılında kurulan “16 Aralık” tarım kooperatifi tarafından işleniyor.
"Köyün kalkınması, 1918-20 yıllarındaki savaşlardan, yani Birinci Dünya Savaşı ve Balkan Harbi’nden sonra başladı. O dönemde başlayan yeni evlerin inşaatı, uzun yıllar boyunca evlerin tipi değişmeden devam etti. Daha önce toprağı pullukla süren köylüler, demir saban ve harman dövme makinası gibi daha modern tarım donanım ve teçhizatı almaya başladılar. Esas geçim kaynağı başta tahıl üretimi olmak üzere hep tarım oldu” diye anlattı Nedelçev.
Bir zamanlar yerli bir tarım üreticisinin mülkü olmuş olan 19. yüzyıldan kalma iki katlı, şirin bir evde bulunan Dobruca İnsanlarının Günlük Hayat ve Kültürü Müzesi’nde eski minderler, şömin, halk kıyafetleri, düğün peşkirleri ve dokuma halılar gibi bundan yüzyıl önce yaşamış olan köylülerin kullanmış oldukları yaşam nesneleri zamana aldırmadan capcanlı olarak önümüze çıkıyor.
Köyün okumaevinde de köylülerin atalarının tarımcı hayatını gözler önüne seren bir teşhir tertip edilmiştir.
Kullandıkları lehçe ve gelenekleri farklı olan Garvan ve etraf köylerin sakinleri, giyim kuşamdaki bir özellikten dolayı kendilerine “grebentsi” diyorlar. Geçmişte genç kadınlar başlarına horoz ibiği (Bulgarca greben) şeklinde takı takmaları, yerli halkının bu lakapla anılmasına sebep olmuştur. Bölgedeki hiç bir yerleşim biriminde gelecek nesillere miras kalacak hiçbir otantik “ibik” maalesef korunmazken Dobruca Müzesine dönüştürülen evin bahçesinde çalışan gerçek değirmen yer almaktadır. Değirmenin işleyişini gösteren Dimitar Nedelçev, şunları anlattı:
" Değirmen, eskiden çoğunlukla hayvanlara yem olarak verilmekle birlikte insanlar tarafından da tüketilen mısır unu öğütülmesi amacı ile kullanılıyordu. Mısır ya da buğdayla karışık mısır çuvalları getirilerek büyük podyuma bırakılıyordu ve oradan gemi motoru ile döndürülen sepete boşaltılıyordu. Tuna nehrinde seyreden yüzen değirmenler vardı. Bu motor da büyük ihtimalle onlardan alındı”.
Değirmenin motoru, 20. yüzyılın başında Münih’te imal edilmiştir. Garvan Değirmeni, Dobruca Müzesinin bahçesinde her yaz mevsimi düzenlenen ve bütün bölgede hasat kampanyasına start veren Buğday ve Ekmek Festivaline sahne oluyor.
Fotoğraflar : Veneta Nikolova
Çeviri : Tanya Blagova
Dağlarında, ormanlarında, meralarında yetişen bir birbirinden farklı ağaç, çiçek ve şifalı bitkiler sayesinde Avrupa’da en kaliteli ve çeşitli arı balı türlerine sahip ülkemiz Bulgaristan’da farklı bölgelerden farklı nesillerden..
İki kez Avrupa şampiyonu olan, Bulgaristan'a üç dünya madalyası kazandıran güreşçi Efrahim Kamberov ile Naim Süleymanoğlu'nu konuştuk. Kamberov, Naim ile hem spor sahalarında, hem hayatta yakın dostlukla bağlıydı. Bir şampiyondan bir şampiyonu..
Edirne "Trakya Ünivesitesi'nden" tarihçi- araştırmacı Prof. Dr. Bülent Yıldırım Targovişte ve Sofya'da "Bulgarstan'da Türk varlığı" konulu bir panelde konuşmacı oldu. BNR Bulgaristan Ulusal Radyosu Türkçe Yayınlar Bölümü'nün daveti üzerine..
Dağlarında, ormanlarında, meralarında yetişen bir birbirinden farklı ağaç, çiçek ve şifalı bitkiler sayesinde Avrupa’da en kaliteli..