Bulgaristan doğumlu iki genç ressam olan Şevket Sönmez ve Coşkun Sami’nin yolları, İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ndeki öğrencilik yıllarında kesişti.
Coşkun Sami, 1973'te Silistre'de, Şevket Sönmez ise 1978'de Plovdiv'de doğdu.1990'larda sanat dünyasına adım atan, Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa arasında, eserlerini ulusal sınırların ötesine taşıyan iki sanatçı, Bulgaristan’dan İstanbul’a uzanan yaşam ve sanat yolculuklarını, BNR Türkçe Yayınlar Bölümü’ne anlattılar.
Şevket Sönmez, 11 yaşına kadar Sovyetler Birliği ve Bulgaristan’da büyüdü. Plovdiv ve İstanbul gibi iki kültür başkentinin sanat çevrelerinden ilham aldı. Paris, Brüksel, Lisbon, Londra gibi Avrupa başkentlerinde bulundu. Ressamın doğup büyüdüğü Plovdiv’de, evdeki resim kitapları ve asfalt üzerine çizilen resimlerle başlayan sanat merağı, 1989’dan sonra ailesininTürkiye’ye göç etmesi üzerineİstanbul’da artarak devam etti. Önce İstanbul Güzel Sanatlar Lisesi, ardından Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun olan genç ressamın kalbinde Plovdiv özel bir yere sahip. Bulgaristan’daki ilk sergisi, 1998’de bu şehirde kuruldu.
İstanbul, sanatçının yaratıcılığını tetikleyen bir diğer şehir. Şevket Sönmez’e göre, göç hikayeleri, geçmişle hesaplaşma ve hem sanatçının kişisel hem de toplumların tarihsel deneyimi, travmaları, sanatta yaratıcı bir enerjiye dönüşüyor. İdeolojilerin insan hayatına etkileri, süblimasyon, modern çağda göçler, sınırlar, yer ve mekanla ilgili sorunlar, sanatçının resimlerine konu olan temalardan sadece birkaçı.
“Sanatın temel işlevi, kömürü altına dönüştürmek”, diyen Şevket Sönmez resim sanatıyla olan derin bağını şu sözlerle açıkladı:
“Ben sürekli bir gelgit halindeyim ve sanatımda, yaptığım işlerde bundan faydalanmaya çalışıyorum. Olumlu anlamda bu enerjiden bir şeyler devşirmeye çalışıyorum”.
Şevket Sönmez, Coşkun Sami ile birlikte Varna’da açtıkları serginin ana teması olan süblimasyona ilişkin şöyle konuştu:
“Bu kavram, olumsuz bir deneyimi belli süreçlerden geçirerek dönüştürmek manasında psikolojide kullanılıyor. Daha evvel Orta Çağ’da simyacıların bir çeşit kimya tekniği imiş. Mesela kömürü belli proseslerden geçirip altına dönüştürme çabası gibi. Ben bunu sanatın zaten temel başlangıcı gibi görüyorum, çünkü insan aslında var olan bir şeyi başka bir şeye dönüştürme çabasında sürekli, başına gelen olumsuz şeyleri, travmaları, bazı handikapları sanat yoluyla değerli, anlamlı kılıyor.”
Genç sanatçı, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç olayının kişisel ve sanatsal yaşamına etkilerini de şu sözlerle anlattı:
“Dünyamızdayız, bir çeşit evimizdeyiz. Dünya, tek evimiz ve aynı evimizin içinde ev değiştiriyoruz, hareket ediyoruz gibi. Ulusal sınırları, kültür farklılıklarını çok fazla önemsemeden, kendi bireysel varoluşumu bulma peşindeydim. Bulgaristan göçmenleri, Türkiye’de sanatla vesaire, diğer meslek kollarıyla çok yoğun olarak iştigal ettiler ve bu onları biraz korudu.”
Bulgaristan’da etkilendiğiniz sanatçılar var mı sorusu üzerine verdiği cevap şöyle oldu:
“Dünya sanatıyla karşılaştığımız yer burası, Bulgaristan... Vladımır Dimitrov Maystora’nın efsanesiyle büyüdük. Bulgaristan’ın bir de biliyorsunuz, köklü bir ikona geleneği var. Benim babam bir dönem kilise restorasyonlarında çalışıyordu. O yüzden hayatımın erken evrelerinde kiliselerde bulundum. Orada gördüğüm klasik ikona resimleri de beni çok etkiledi. Mutlaka Ortodoks kültürünün de bir etkisi var”.
Mincho Panayotov, Svetlin Rusev, ressamın etkilendiği diğer Bulgar sanatçılar.
Bilim insanlarının tekelinde olan bir konunun sanat yoluyla gündeme gelmesinden memnun olduğunu vurgulayan Şevket Sönmez, Lüksemburg etkisini anlatırken şöyle konuştu:
“Lüksemburg etkisi, radyo frekanslarıyla ilgili bir buluşun ismi. Aslında ilginç bir durum, çünkü çeşitli frekanslardan yayın yapan radyoların birbirine karışması meselesiyle ilgili. Bu değişik frekansların iyonosferde kesişmesi ve birbirinin yerine geçmesi, aralarında oluşan yer değiştirmeler… Kendi bireysel maceramızı da çok iyi açıklayan bir başlık olduğunu düşündük. Sanatçıların da kendi içlerinde dönemleri oluyor, bu dönemler arasında da bir çeşit frekans değişmesi ve etki söz konusu...Bütün bunların bir özeti gibi oldu “Lüksemburg etkisi.”
Şevket Sönmez, sözlerini tamamlarken, çalışmalarının itici gücünü şu şekilde özetledi: “İnsanın aslında insana ihtiyacı var. Birine ulaşma çabası, belki medeniyetin kaynağı bu.”
Silistra doğumlu olan Coşkun Sami ise, liseden sonra eğitimine Türkiye’de, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde devam etti. Sanata olan ilgisi erken yaşta, ailede başladı. Kendini bildi bileli ressam olmak istediğini belirten Coşkun Sami’nin Bulgaristan ile bağı her zaman devam etti, Silistra, Burgas, Plovdiv gibi ülkenin farklı şehirlerinde sergiler açtı. Resimlerinde manzara, mekân tasvirlerinin yanı sıra yakın geçmişte yaşamış tarihi kişilikler yer alır. Mekanların aslında geçici barınaklar olduğunu ifade eden ressamın esas ilgisi, mekândan bağımsız olarak meydana gelen çağrışımlar ve birbirinden farklı fikir ve duyguların kesişmesi, bir araya gelmesi ve bu birliktelikten yeni formların, renklerin, yaşama, insana dair yeni ümitlerinin doğmasıdır.
Varna Şehir Galerisinde kurulan “Lüksemburg Etkisi” adlı sergi 3 Temmuz tarihine kadar ziyaretçilere açıktır.
Şevket Sönmez ile Coşkun Sami ile söyleşileri ekli ses dosyalarından dinleyebilirsiniz:
Konyovets köyünde bulunan “Kabiyuk” harası, 1864 yılında Ruse Valisi Midhat Paşa tarafından Osmanlı ordusuna at yetiştiricliği yapılması amacı ile kuruldu. Varlığını Bulgaristan’ın kurtuluşuna kadar sürdüren hara, 1878 Rus-Türk Savaşı’ndan sonra bir..
Uzun zamandır aile işi olarak toptan mantar ticareti yapan Evtim Kesimov , BNR Kırcali Radyosu’ndan Bilgehan Sali’ye konuşurken mantar işine nasıl başladığını anlattı: “ Bu işi 2000 yılından bu yana 24 yıldır yapıyorum. Mantar işine..
Türkiye’de seçim sürecini takip eden BNR muhabiri Mariya Petrova seçim günü sonunda oradaki atmosferi değerlendirdi. Bulgaristan’daki partiler Türkiye’de yaşayan göçmenleri bağrına basacak mı ve buradaki toplum iki ülke arasında onların köprü rolünün..
Konyovets köyünde bulunan “Kabiyuk” harası, 1864 yılında Ruse Valisi Midhat Paşa tarafından Osmanlı ordusuna at yetiştiricliği yapılması amacı ile kuruldu...